Los Angeles geceleri insana iki şey verir: yalnızlık ve sürpriz. O gece ben ikisini de birden yaşadım.
Ay ışığı çatılardan taşarken sokak lambalarının altı karanlık gölgelerle doluydu. Yavaş adımlarla yürüyordum; şehir susmuştu. Tam virajı dönerken, kırmızı saçları omzuna dökülmüş, sigarasını tutarken bile zarif görünen bir kadına rastladım. Ceketinin yakasını yukarı kaldırmış, bir duvara yaslanmıştı. Bakışları kısa bir an bana takıldı, sonra gözlerini kaçırmadı.
“Gece tek başına yürümek biraz riskli değil mi?” diye sordum.
“Bazen risk, yalnızlıktan daha güvenli gelir,” dedi.
Adı Mia’ydı. Sesinde tınısı olan kadınlardan… her kelimesi sanki bilerek söylenmiş, düşünülerek bırakılmış gibiydi. Sokakta kısa bir yürüyüşe çıktık beraber, konuşmamız hızlıca derinleşti. Politikadan müziğe, hayattan yalnızlığa kadar konuştuk. Dövmeleri vardı, her biri geçmişinin bir izi. Ensesindeki küçük kartal, bileğindeki kırık saate benzeyen figür ve kaburgalarının altına sakladığı bir kelime: “Still.”
“Bu dövme ne anlama geliyor?” diye sordum usulca.
“Hayatta ne olursa olsun… hâlâ buradayım,” dedi ve gözlerini kaçırmadan baktı bana.
Daha fazla konuşmaya ihtiyaç kalmadı. Sessizlik, ikimizin de aynı şeyi düşündüğünü söyledi. Eski bir apartmanın merdivenlerini çıkarken, ayak seslerimiz yankılandı. Kapısını açtı, beni içeri davet etti. Loş ışıkta oda sadeydi ama her köşesi onun ruhunu taşıyordu. Kitaplar, eski kameralar, plaklar…
Mia müzik açtı, bir Nina Simone plağı. Işık sarıydı, teni sıcak. Yaklaştı bana, parmakları gömleğimin yakasına dokundu. Aramızdaki mesafe neredeyse yoktu. “Sana dokunmak garip hissettirmiyor,” dedi fısıltıyla. Gözlerim ellerine, sonra dudaklarına kaydı. İlk öpücük uzun sürdü. Ne tutkulu ne utangaç… sadece olması gerektiği gibiydi.
Sonra gece akmaya başladı.
Kıyafetler yavaşça yere indi, ama aceleyle değil. Ten, teni tanımak istercesine yaklaştı. Eller titremedi, dudaklar durmadı. Yatakta birbirimize karışırken her temas bir cümle gibi geldi. Çarşaflar kırıştı, nefesler kesildi, ama hiçbiri kaba ya da acele değildi. Bu bir teslimiyet değildi, bu bir ortaklıktı.
Saatler geçti. Sessiz bir sabah girdi odaya. Mia saçlarını toplamış, mutfağa geçerken arkasını döndü ve şöyle dedi: “Belki de bazen yabancılar, evimiz olur.”
Ben sadece gülümsedim. Çünkü haklıydı.